Miladi 1896 (Hicri 1313) yılında Harputta doğdu. 5 Ağustos 1986’da Kışla Camii karşısındaki Devlethanelerinde dünyasını değiştirdi. Hem anne, hem de baba tarafından soyu Rahmeten-lil Âlemin Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimize dayanmakta olup Seyyiddir (Hz. Hüseyin (r.a.) ‘ın soyundan). Babası Osman Efendidir (rh.a). İnsanları doğru yola ulaştıran büyük veliler zinciri Silsile-i Aliyye’nin 37. Halkası ve Nakşibendi tarikatının 9. Müceddididir ve Ettasi (dokuzuncu) İsmi Şerifi buradan gelmektedir. Bir keresinde buyurduğu gibi, “Aşıklar ölmez, ölen hayvan imiş” sırrınca vefatından sonra bile kerametleri görülen büyük Velilerdendir.
Kıymetli anneleri Faize Hanım tarafından da soyu, İklime (İklima) Hatun vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerine ulaşır. İklime Hatun, Yavuz Sultan Selim’in kıymetli eşleri olup edep timsali bir hanım idi. İklime Hatun, Dulkadiroğulları’nın hükümdarı Emir Şahruh’unda kerimeleridir. Kabr-i Şerifleri bugün Kahramanmaraş’ta Taş Han içerisinde kendi adıyla anılan caminin içerisindedir.
Muhterem babaları Osman Efendi (rh.a) âlim ve fadıl bir kimse idi. Bütün çocuklarını zamanın ilimlerini öğretmek için sabırla okuttu. Osman Efendi iki kez evlenmiş, toplam 10 (8 erkek, 2 kız) evladı olmuştur. Muhammed Mazhar Ettasi Hazretleri, Osman Efendinin ikinci hanımı olan Faize Hanımdandır. Faize Hanım’ın 2 kız ve 2 erkek evladı olmuştur. Yaş sırasına göre Ayşe Hanım, Muhammed Mazhar Hazretleri, Asım Bey ve Gülgüle Hanımdır. Muhammed Mazhar Ettasi hazretlerinin diğer ağabeyleri de okumuşlar ve zahiri ve batıni ilimlerde mütehassıs olmuşlardı. Ağabeyi Hasan Bey Şam Emeviye Camiinde sohbet veren âlimlerdendi. Bir diğer ağabeyi Seyfullah Bey ise okumak için İstanbul Cihangire gelmiş ilahiyat fakültesini bitirmişti. Muhammed Mazhar Ettasi hazretleri verâ ve takvasıyla bütün kardeşlerini ve akranlarını geçmiştir. Anne ve babasından mükemmel bir terbiye almıştır. Kendisi anlatıyor, “Annem gece yatarken Cenab-ı Hakkın huzurunda ayaklarımızı uzatmamamız için, bir ipin iki ucunu bağlar ve sıkmayacak şekilde ensemizden ve diz kapaklarımızın altından geçirirdi”. [Böylece uykudayken evlatlarının isteseler de ayaklarını uzatmamaları için önlem alırlarmış. Bir süre sonra insan uykuda bile olsa ayaklarını uzatmaz ve hep ayaklarını kendine doğru çekerek yatar. Benzer durum Musa Kâzım hazretlerinde de görülüyor. Mübarek, yatağının ayak tarafına karton koyarmış. Güzel alışkanlıkların çocukken kazanılacağına dair güzel bir misâl].
Çok küçük yaşlardan itibaren Büyük İslam Âlimi Seyyid Osman Bedrûddin Erzurumî (İmam Efendi) Hz. nin hususi teveccühleriyle yetişmiş ve daha 18 yaşında iken mutlak icazet ile şereflenip tasavvufta çok yüksek derecelere kavuşmuştur. Zahiri ilimlerdeki tahsilini Harput medreselerinde yapmıştır. Kurşunlu Camii önünde bulunan medresedeki hücresinde yıllarca, bitmek tükenmek bilmez ilim pınarlarından kana kana içmiştir. Bir dönem El-Aziz (Elazığ) müftülük görevini de vekâleten yürütmüştür. İmam Efendi hazretlerinin verdiği aynı icazetname üzerine, İmam Efendi hazretlerinin dünyasını değiştirmesinden sonra sırasıyla Hace Mustafa Naci Hazretleri ve Musa Kâzım Hazretleri de mübarek mühürlerini vurmuşlardır ki, böyle bir icazetname de Evliyaullahtan kimseye nasip olmamıştır. Bu icazetnamedeki mühürlere müridanından pek çok kimse şahit olmuştur. Kendisi bu konuya işaretle, “Biz üç nur sahibiyiz”, diye buyurmuşlardır. Mürşidlerine olan saygı ve edebinden dolayı, vasiyeti üzerine kabirleri rakım olarak onlardan daha aşağıdadır. Sevenleri tarafından üzerine türbe yapılmış olup, ziyaret edilebilmekte ve manevi feyzlerinden aynen hayattaki gibi yararlanılabilmektedir.
İmam Efendi Hz.’nin yaklaşık ikiyüzbin müridi içerisinde mutlak icazet ile şereflenen ve Harputta 5 kardeş (ihvan kardeşi) diye bilinen zatlar; Nurettin Efendi k.s., Musa Kâzım k.s., Sonsürülü Molla Hüseyin k.s., Muhammed Sadettin k.s. ve Muhammed Mazhar Ettasi k.s. hazretleridir.
Sayesinde Resulullahı Gördüm
Halifelerinden olan Nusred Çilesiz (rh.a) (Bu zat bankalar caddesinde ayakkabıcılık yapmış, daha çok Çilesiz Efendi diye bilinen bir zattı. Hâlbuki o ayakkabıcı Çilesiz, maneviyatta çok mesafeler kat etmiş büyük bir veliydi. Detaylı bilgi için, “Halifeleri” kısmına bakınız) naklediyor: Muhammed Mazhar Hazretleri, daha çok küçük yaşta iken, yaşının çok üstünde bir olgunluğa ve batıni meziyetlere sahipti. Harputta çarşıda İmam Efendi hazretleri ile beraberlerken, önlerinden kalabalık bir cemaat ile bir cenaze geçer. Cemaatin arkasından da adamın birisi Helal Etmem! Helal Etmem! diye bağırarak nahoş bir vaziyette koşturur. Meğer vefat eden kişinin bu zata borcu varmış ve borcunu vermek istemesine rağmen fakir olduğundan, veremeden vefat etmiş. Adam her Helal Etmem! diye bağırdıkça henüz küçük bir çocuk olan Muhammed Mazhar hazretleri her defasında Helal Et! diye karşılık verir. Sonunda adam insafa gelir, İmam Efendi ve bu küçük çocuğun yanına gelerek, “Nasıl helal edeyim, borcumu vermeden öldü”, der. İmam Efendi hazretleri de söze karışarak “Olsun, sen bu çocuğu dinle ve helal et”, diye emir buyururlar. Velhasıl adam hakkını helâl eder ve o gece rüyasında Peygamber Efendimizi görerek yaptığı hayırdan dolayı iltifatlarına mazhar olur. Sabahleyin ilk iş olarak küçük Muhammed Mazhar’ın yanına gelerek, çevredekilerin şaşkın bakışları altında elini öpmek ister ve “Ben bu gece bu çocuk sebebiyle Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm” diyerek haylice ağlar.
Maneviyatı Benden Çok Yüksek
Muhammed Mazhar Ettasi hazretlerinin kayın pederleri Seyyid Muhammed Hilmi Ballıca (rh.a) (1880 – 1949) eski Elazığ müftülerindendir. Tunceli müftülüğünden emekli olmuştur. Kabri, İmâm Efendi hazretlerinin türbesinden 50 metre kadar doğudadır. Zahiri ilimlerde mükemmel bir öğrenimden sonra, batıni ilimlerde de kendisini yetiştirmesi için Harput’un büyük velilerinden Beyzade Hacı Ali Rıza Efendiye intisap etmiş veli olduğunda şüphe olmayan keramet ehli bir zattı (Beyzâde Efendi, İmam Efendi Hazretlerinden önce yaşamış, Osmanlı Devleti tarafından da görevlendirilen o dönemde alimlik veya şeyhlik iddiasında bulunanları imtihan eden, pek büyük bir kimse idi). Muhammed Mazhar Ettasi hazretlerini daha iyi anlamak için onun aile efradından bahsetmekte fayda vardır. Bu nedenle, esas konuya geçmeden önce Muhammed Hilmi Efendi hazretlerinin aşağıdaki menkıbelerini anlatmak yerinde olacaktır:
Muhammed Hilmi Efendi bir dönem Sarahatun ve Hapishane (şimdiki Saray) Camilerinde imamlık ta yapmıştır. Muhammed Hanefi Bey (en küçük damatları, 1905 – 1981) anlatıyor: Kayınpederimle Hapishane camiine, sabah namazını kıldırmak için geldik. Artık aklımdan bir şey mi geçti yoksa başka bir sebeple mi bilemiyorum Babam birden bana “Hanefi, hadi kapıyı aç”, dedi. Ben “Baba nasıl açayım, kapılar kilitli bende de anahtar yok” dedim. “Olsun cânım, açamaz mısın?” dedi. Ben denedim, tabii ki açılmadı. Sonra kendisi sadece kapıyı ittirdi. Caminin koca kapısı içeriden sesler gelerek açıldı.
Arabistan’dan bir âlimler grubu gelerek, Elazığ ve Harputtaki âlimlerle ilmi istişarelerde bulunurlar. Bu istişareler bir ara ilmi müzakere şekline dönüşür ki biraz tadı kaçar. Öğlen namazını kıldırmak için, Muhammed Hilmi Efendi biraz celalli bir şekilde Sarahatun camiinde imamete geçer. Arkasında Arabistan’dan gelen o âlimler gurubu ve Harput’un yerel ahalisi bayağı bir kalabalık cemaat oluştururlar. Farzın kılındığı sırada cemaat Muhammed Hilmi Efendi’nin teverrük (namazdaki oturuş) halinde yerden bir karış kadar yükseldiğini hayretler içerisine görürler ve bu işin sadece zahiri ilimlerle olamayacağına kanaat ederek, namazdan sonra çokça özür dilerler.
Muhammed Hilmi Efendi’nin kızı Emine Hanım (1919-2003) anlatıyor: Elazığ’da büyük bir kuraklık vardı. Ben çocuktum. Babam, masasına oturmuş elindeki kâğıda bazı dualar yazıyordu. Bitirdikten sonra, kâğıdı bana vererek, “Kızım git, bunu bahçedeki kuyuya at”, dedi. Ben denileni yaptım. Ertesi sabah, kurumuş olan kuyumuzdan, suların taştığına bütün ev halkı ve mahalleli şahit oldu.
Muhammed Hilmi Efendi’nin kendisi gibi hafız olan evlatları İdris ve Ömer Efendilerde kâmil zatlar idi. Firdevs, Aişe ve Emine isminde de üç kız evladı vardı. Firdevs Hanımı, Muhammed Mazhar hazretleri ile nikâhlandırmıştı. Kızı Emine Hanım (Muhammed Hanefi Bey ile evlenmiştir, Allah hepsine rahmet etsin) anlatıyor: “Babam, ablamın (Firdevs hanımı kast ediyor) nikâhından sonra eve gelince bana, “Emine, kızım, bize öyle bir damat geldi ki maneviyatı benden çok çok yüksektir”, dedi”. İşte, Muhammed Hilmi Hazretleri; bizzat kendisi de, yukarıda anlatıldığı gibi kerameti aşikâr bir veli olmasına rağmen, kendisinden çok çok genç olan ve evladı yerine koyduğu, Muhammed Mazhar Hazretlerinin manevi büyüklüğünü kalp gözüyle görmüş ve hakkını teslim etmiştir.
Bilenler bildi, bilmeyenler şekliyle kaldı,
Bizleri de bilenlerden eyle Ya Rabbî
Her şeyi akıl terazisi ile ölçme!
Terazinin şaştığı ağırlıklar vardır.
Sadece baş gözüyle görenler, gönüllerden uzaktır.
Musa ve Harun (A.S.)’ın Eşlik Etmeleri
Muhammed Mazhar Hazretleri’nin hac farizasını yaptığı dönemlerden birisidir. Vakfe için Arafat’a doğru talebeleriyle beraber yürüyerek giderlerken o kadar kalabalığın içerisinde, bembeyaz renkte 2 tane güvercin Muhammed Mazhar Hazretlerinin sağ ve sol omuzlarına konarlar ve çok uzun bir süre Muhammed Mazhar Hazretlerinin omuzlarında Arafat’a kadar eşlik ederler ve daha sonra uçup giderler. Bu duruma hem kendi talebeleri hem de oradaki yüzlerce kişi şahid olurlar. Bunun olağanüstü bir durum olduğu açıktır. Daha sonra, ihvanlardan biri müsaid bir zamanı gözeterek cesaret edip sorar: “Efendim, o güvercinler neydi?”, der. Muhammed Mazhar k.s. hazretleri:
“Onlardan biri Musa a.s. diğeri de Harun a.s. idi”, diye emir buyurur. Allah şefaatleriyle şereflendirsin.
Müceddidliğine Dair
Mahmud Samini Hz. leri Nakşibendi Tarikatının 8. müceddidir. Müceddiliği üzerine geniş bilgiler, sitemizin içerisinde bulunabilir. Kendisi 1315 Hicri (1898 Miladi) de vefat etmiştir. Kendisinden sonra bu müceddidlik görevi, Cenab-ı Hakkın emriyle 1315 Hicri doğumlu Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi Harputiye (k.s.) nasip olmuştur. Kendisi de bu durumu mahlukata olan şefkat ve merhametinden dolayı ”Her yüz senede bir müceddid zuhur eder. Yüz senede zuhur eden sekizinci müceddid Sâminî Hz.leri idi ve O müceddid diğer bir müceddid gelmeden dünyadan ayrılmaz” diye buyurmuştur “ve Sâminî Hazretleri irtihal etmeden önce biz doğmuşuz” diye emir buyurmuştur. Bir defasında da “Çalışmalarının karşılığını yine buradan alırlar”, diyerek zamanındaki feyzlerin kaynağının kendisi olduğunu söylemiştir. Bu kuru kuruya söylenmiş bir söz olmayıp, bunu söylemekte her velinin işi ve kârı değildir. Tabii bunu gönül ehli görür. Sadece baş gözüyle görenler ise, ister inanır isterse inanmaz, ama bu nimette bir daha ele geçmez. Benzer hadiseler bu tarikatın diğer büyüklerinde de görülmüştür. Müceddid-i Elfi Sani (ikinci bin yılın müceddidi) İmam Rabbani Hazretleri de kendi müceddidliğini yine merhametlerinden dolayı, Mektûbat adlı ölümsüz eserinde ilan etmiştir. Sâminî hazretlerinin de müceddidliğini, mürşidi Seyyid Ali Septi hazretleri de tasdik etmiştir (Lütfen sitede hayatlarına bakınız). Kendisi de bununla ilgili mana aleminde gördüklerini İmam Efendiye anlatmıştır. Gülzar-ı Sâminî (Marifet Yayınları) isimli eserde mevcuttur.
Her zamanın tarikat usul ve erkânı farklılık gösterir. Zamanın sahibi İnsan-ı Kâmil’de mahlukatının ihtiyaçlarına göre usûl ve erkânda değişiklik yapar. Nitekim Hace Mustafa Naci hazretlerinin şu sözü de buna delildir: “İbrahim Edhemler bizim zamanımızda gelseydi; Tacıyla tahtıyla Allah’a vasıl ederdik. Hiç bir manisi olmazdı”, diye emir buyurur.
Arife fazla söz gerekmez!
Muhammed Mazhar Hazretleri ihvanıyla sanki arkadaş gibi, olmuştur. Bir keresinde sofradayken,
“Biz ömrü hayatımızda Efendimizle (İmam Efendiyi kastediyor), bir kere taam yemişiz. Ya Siz mübarek adamlar, Ya Siz”, diye emir buyurmuştur.
İnsan odur ki Cenab-ı Hakkı bir an unutmaya. Halbuki unutmamak büyüklük ve yiğitlik işi. Mürşidin rengiyle boyanan mürid öyle bir zaman gelir ki istese de unutamaz. Acaba nasıl unutulur diye pek taaccûb (hayret) eder. Fakat nereden başlamalıdır. Kendisi bununla ilgili mana olarak olarak şöyle buyurmuştur: “Kişi unutmak istemedi ama elinde olmadan unuttu, o zaman şu mübarek kelime, ki “İlâhi Ente Maksudi ve Rızake Matlubi” dediği anda arada unuttuğu zaman dilimi ortadan kalkar”, yani hiç unutmamış olur.
Bu öylesine büyük ve öylesine önemli bir müjde ve emirdir ki, servetlerle satın alınamaz. Bu, Muhammed Mazhar Hazretlerinin müceddidliğini gösteren delillerden sadece biridir. Aşığa, teslim olana delil gerekmez, ama ne yapalım, her kesin işi de farklıdır. Bu da olacaktır. Sair yollarda bu kadar kolaylık yoktur. Silsile-i Aliyye deki büyüklerimizin de hayatları ortadadır.
Bir insan tarikata niye girer? Şöhret kazanmak için mi? Tarikata girmek insanın nefsini azdırıyor, gurur ve kibir getiriyorsa Allah bilir girmese daha iyidir. İnsan tarikata Cenab-ı Hakka, hakkıyla kul olmak için girer. Kendisi şöyle emir buyuruyor, “Ben veli olacağım diyen, hiç bir şey olamaz”
Önceleri dersler kağıda yazılı olmayıp, doğrudan taliplinin yüzüne söylenirdi. Muhammed Mazhar Hazretleri dersleri de ilk defa kağıda bastırmıştır.
Bu konu çok geniş olduğu için ilerde bunu hususi bir başlık altında inceleyeceğiz, inşAllah…
Baba Beni Tanımadın mı?
Muhammed Mazhar hazretleri iki defa evlenmiş ilk hanımından bir erkek evladı olmuş fakat daha bebekken vefat etmiştir. Hanımı da vefat edince Firdevs Hanım ile evlenmiştir. Bu izdivaçtan da edep timsali iki kız evladı olmuştur.
Kendisi nakl ediyor: Mana da kendimi cennette gördüm. Etrafta birçok çocuk vardı. Birden eteğime bir çocuk yapıştı. “Baba beni tanımadın mı? İnsan kendi evladını da tanımaz mıymış?” diyerek sitem etti. “Evladım olduğunu anladım”, der ve bunu ihvanlarına üzülerek anlatırlar.
Ayakta Vefat Etti!
Muhammed Mazhar Hazretlerinin dedeleri de (babasının babası) evliyaullahtandı. Kayın pederi gibi, dedesi de Beyzâde Hacı Ali Rıza Efendi Hazretlerinin talebesiydi. Bizzat, Muhammed Mazhar Hazretleri anlatıyor: “Dedem o kadar çok ağlarmış ki, iki göz pınarından yanaklarının altına kadar gözyaşları iz yapmış. Beyzâde Efendinin diğer müridleri dedemin bu halinden hiç hoşlanmazlar ve onun ağlamasının sahte olduğunu düşünerek riyakârlıkla suçlarlarmış ve bu durumu Beyzâde Efendiyeye de işittirecek kadar ileri gitmişler. Dedem, Hac farizası için Hicaza gitmiş ve tavaf sırasında ayakta vefat etmiş. Fakat Cenab-ı Hakk’ın izniyle mübarek cesetleri yere düşmemiş. Nice zaman sonra oradaki görevliler, dedemin hiç kıpırdamadan durduğunu görünce vefat ettiğini anlamışlar. Tabii bu olağan üstü durum o zamanın Kralına kadar ulaşmış. Kim olduğunu araştırarak öğrenmişler ve Suudi Arabistan Kralı, dedemin kafilesiyle beraber; biri kendisini yetiştiren hocası Beyzâde Efendiye “Böyle mükemmel bir talebe yetiştirdikleri için” ve biri de bize “Taziye ve böylesi bir kişinin ailesi olduğumuz için” olmak üzere kendi mühürleriyle iki tane tebrik mektubu göndermişti. Gelen mektubu üzüntüyle okuyan Beyzâde Efendi, Muhammed Mazhar hazretlerinin dedesini riyakârlıkla suçlayan talebelerine, elindeki mektubu göstererek, “Sizin riyakâr dediğiniz zat bak ! İşi, nereye bağladı?” diye celalli bir şekilde hitap eder.
Muhammed Mazhar Hazretleri bunu naklettikten sonra şöyle söyler, “Şu ana kadar insanoğlundan üç kişi ayakta vefat etmiştir. Biri Hz. Süleyman (a.s.), biri sahabeden bir zat, biri de benim dedemdir”, diye emir buyururlar. Kaddesallahu Sırrahulaziz…
İnsan-ı Kâmil Onsekiz Bin Âlemi Seyreder !
Muhammed Mazhar Hazretlerinin (k.s.) bacanakları Muhammed Hanefi Bey (rh.a) 1981 yılında vefat ederler. Muhammed Hanefi Bey’in oğulları Mahmud Bey anlatıyor: Babam, Efendi hazretlerini çok sever ve çok fazla hürmet gösterirdi. Sünneti Seniyyeye o kadar bağlıydı ki, aynı evin içinde yaşamamıza rağmen bir kere bile babamın ayağının aşık kemiğinden yukarısını görmemiştim. Vefat etti. Cenaze işlemlerinden sonra babamı İmam Efendi hazretlerinin türbesinin 10 metre kadar kuzey tarafına gömdük. Gömdükten sonra, ben mezarın başında elimde olmadan, “Acaba babamın durumu nasıldır?” diye kendi kendime durmadan düşünüyor ve üzülüyordum. O zamanlar, Muhammed Mazhar Efendiye henüz intisab etmemiştim. Böyle düşünceler içerisindeyken birden, Efendi hazretlerinin gönüllere huzur veren sesiyle irkildim “Mahmud! Mahmud! Gel, üzülme, babanın durumu çok iyidir!” dedi. Bu esnada Efendi hazretlerinin, mürşidi İmam Efendi’nin türbesine girmekte iken bana seslendiğini fark ettim. Efendi hazretleri, aklımdan geçenleri kitap gibi okumuştu. Nasıl olur du? O günden sonra ona olan saygım çok daha fazla arttı. İntisab ettikten sonra da, kendisini görünce bu olay ara sıra aklıma gelirdi. Yine böyle bir zamanda, sohbetin konusu hiç böyle şeyler değilken birden bana dönüp, ileriye doğru uzattığı sağ elininin baş parmağının tırnağına bakıyor olduğu hâlde, “Mahmud! İnsan-ı Kâmil baş parmağının tırnağından 18 bin âlemi seyreder. Kabirdeki kişinin hâlini bilmek, bunun en kolay olanıdır” diye emir buyurdular. O günü kast ettiğini anlamıştım. Kaddesallahu Sırrahulaziz…
HALİFELERİ
İki kızı da dahil, hiçbir bayana, ders vermesi için yetki vermemiştir. Manevi zarar görmemek için, bu konudaki yanlış bilgilendirmelere itibar edilmemesi gerekir. Maalesef, bu sitedeki bazı bilgilerin kes-yapıştır yöntemiyle alınıp değiştirildiğini müşahede ettiğimiz için burada yazılanlar dışındakilere itibar edilmemesi gerektiğini tekrar vurgulamak isteriz.
1) Tadımlı Seyyid Osman Efendi Hazretleri (k.s.) (Kabri, mürşidinin türbesinin doğusunda yolun karşısındadır)
2) Mehmed Paksoy Hoca.
3) Seyyid Nusred Çilesiz Harputi Hazretleri (k.s.) (Kabri, Musa Kâzım hazretlerinin 20 metre güney doğusunda aile mezarlığındadır. İlk önce Musa Kâzım hazretlerine intisap etmiş, onun vefatı ile Muhammed Mazhar Efendiyi kendi mürşidi bilip, onun derslerine samimiyetle devam etmiş ve karşılığını da sonunda görmüştür. Bu zat, Elazığ Bankalar caddesinde ayakkabıcılık yapmıştır ve Elazığ’da Çilesizler diye asil bir ailedendir. Dedeleri Horasandan gelmiştir. Kıymetleri eşlerinin dedesi Büyük İslam Alimi Seyyid Osman Bedreddin Erzurumî (İmam Efendi) Hazretlerinin kayın babasıdır. Çilesiz Efendi, her haliyle, Hazreti İnsan kelimesinin karşılığıydı. Şöhret afettir sırrınca kendisini son derece gizlerdi. Yakın çevresi bile onu sadece “Ayakkabıcı Çilesiz” diye tanırdı. Fakat kalp gözü açık olanlar Çilesiz Efendinin ne kadar büyük bir veli olduğunu bilirlerdi. Muhammed Mazhar Hazretlerinin ihvanlarından bacanağı oğlu Harputlu Mahmud Efendi anlatıyor: Bir gece rüyamda, Cenab-ı Hakk bana “Sen Çilesiz’i bilir misin? O zamanının Kutup Yıldızıdır”, dedi. Rüyadan çok tatlı bir zevkle uyandım ve çok etkilendim. Rüyayı kendisine anlattığımda; utanarak, hiçbir şekilde kabul etmedi. Hâlbuki kendisi de çok iyi biliyordu. Bu durumu Mazhar Efendi hazretlerinin Yar-ı Gar-ım (mağara arkadaşım) dediği Maraşlı Hacı Abdullah Efendi de aynen tasdik etmiştir. Hilafeti alması olayı ise son derece ilginç ve vefatından sonra bile Muhammed Mazhar hazretlerinin kerametlerinden sadece biridir. Evet, o hilafetini mürşidi vefat ettikten sonra almıştır.
Maraşlı Hacı Abdullah Bey anlatıyor: Kahramanmaraşta, evdeydim. Sabah namazından önceydi. Uyku ile uyanıklık arasında, Efendi hazretleri (Mazhar Efendiyi kastediyor),
“Hacı Bey! Kalk! Kasadan 21 tane evrad-ı yevmiyye al ve Çilesiz’e ver”, dedi.
(Mazhar Efendi Hazretleri vefat etmeden önce, matbaa da bastırdığı aşağıda örneğini de verdiğimiz Evrad-ı Yevmiyyeleri (inabe, ders kâğıdı) Benim Yâr-ı Garım dediği Hacı Abdullah Bey’e vermiştir).
Bu tabi çok büyük bir sorumluluk olduğu için söylenilen şeyin Hakk’tan olup olmadığına tereddüt ettim. Bu sırada, tekrar ikinci kere;
“Hacı Bey! Kalk! Kasadan 21 tane evrad-ı yevmiyye al ve Çilesiz’e ver”,
diye Efendi Hazretleri tekrar nidâ etti. Ben yine, tereddüt hâlindeyken, bu sefer Efendi Hazretleri biraz daha yüksek bir sesle nida etti:
“Hacı Bey!! Sana diyorum ki Kalk! Kasadan 21 tane evrad-ı yevmiyye al ve Çilesiz’e ver”
deyince ben hemen yerimden kalktım. Emredilen şey çok büyük bir sorumluluk istiyordu ve hata affetmezdi. Dükkânımdaki kasayı açtım. Ders kâğıtları, deste halinde dikine bir şekilde kasada duruyordu. Kendi içimden, “Eğer bu zuhurat doğru ise, rastgele elimle ders kâğıtlarından alayım 21 tane gelirse doğrudur”, dedim ve dediğim gibi yaptım. Saydım, ders kâğıtları tam tamına 21 adetti. Gönlüm rahat etti. Hemen Elazığ’a doğru yola çıktım. Çilesiz Efendinin evine vardım. Ben daha bir şey söylemeden, O bana “Gardaş, türbeye gidelim”, dedi (Mübarek sevdiklerine Harput lisanı ile gardaş diye hitap ederdi). Benimde niyetim türbede emanetleri vermekti. Dediği gibi yaptık. Efendi hazretlerinin türbesine gittik. Emanetleri verdim. Hiç bana demedi ki, bu nedir? Öperek başına koydu ve teslim aldı. Manevi anlamda görevden haberi vardı. Vefat ettiğinde, kıymetli oğulları dersleri tekrar bana geri verdiler. Saydım 3-4 tane eksikti. Bunları, uygun gördüklerine vermiş olduğunu anladım. Kaddesallahu Sırrahulaziz…
Bu durum Muhammed Mazhar Hazretlerinin vefatlarından sonra bile ihvanı üzerindeki tasarrufunu gösteren en büyük delil ve örneklerden sadece biridir. Bir keresinde şöyle buyurmuştur: “Çalışırlar olurlar”. Çilesiz Efendi de çalışmış ve olmuştur.
Unutmamalıdır ki !
Bu yolun önderi, Seyyid Muhammed Behaeddin-i Şah-ı Nakşibend Hazretleri (k.s) kendisinden neredeyse 100 yıl önce yaşamış Seyyid Abdülhâlık-ı Goncdüvânî (k.s) Hazretlerinin ruhaniyetlerinden feyz almıştır ve Üveysidir. Yine, Silsile-i Aliyye Büyüklerinden Bâyazîd-i Bistâmî (k.s) Hazretleri kendisinden 40 yıl önce yaşamış İmam Cafer-i Sadık’ın (k.s) ruhaniyetlerinden aldığı feyz ile kemâle ermiştir. Aynı şekilde, Ebü’l Hasan-ı Harkânî (k.s) Hazretleri de, Bâyazîd-i Bistâmî (k.s) hazretlerini görmeden Onun mübarek tasarrufları ile evliyalığın en üst basamaklarına çıkmış, İnsan-ı Kâmil olmuştur.
MUHAMMED MAZHAR HAZRETLERİNİN DERSLERİ
Nakşi Tarikatının 9. Müceddidi Zamanının Sahibi Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi Harputi Hazretleri (1896 – 5 Ağustos 1986) Öteleri gören çok derin bakışlarından dolayı, gözler mübarek yüzüne bakmaktan haya ederdi.
Bizzat Muhammed Mazhar Hazretleri (k.s.) tarafından hazırlanan Evrad-ı Yevmiyye (Günlük Ders, inabe) aşağıdadır. Üveysilik yolu hâlen açıktır. Dünyasını değiştirdikten sonra bile taliplilerini Cenab-ı Hakka ulaştırır. Aşağıdaki dersi kendisi hazırladığı için dersin içindeki velilerin ismi söylendiği kısımlarda, en son “…, Muhammed Mazhar Kaddesellahü Esrarahüm Hazeratının kaffesinin ruhlarına hediyye eyledim. vasıl eyle yarabbî” demelidir. Bu büyük velinin dersini yapmak isteyenler kendisini rabıta ederek derse oturmalı ve ders içindeki tarif edilenleri yapmalıdır.
Seyyid Muhammed Mazhar Hazretlerinin Orijinal Ses Kaydı-1
(1970 lerde bir sohbette kaydedilen kendi sesidir)
Seyyid Muhammed Mazhar Hazretlerinin Orijinal Ses Kaydı-2
©Her Hakkı Saklıdır.