33- Seyyid Mahmud Sâminî (k.s.)

Asıl ismi Mahmud Ziya’dır. İnsanları doğru yola ulaştıran ve bu yolda olanları servetlerle satın alınamayacak nimetlere mazhar olmasını sağlayan ve onları ebedi kurtuluşa ulaştıran büyük veliler zinciri Silsile-i Aliyyenin 33. halkası. Aynı zamanda Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendinin 8. müceddidir. Sâmini kelimesi, arabide sekiz demek demektir ve kendisinin mübarek ism-i şerifleri müceddidliğinden dolayı bu kelimeyle beraber söylenegelmiştir. Bizzat kıymetli hocası Ali Septî hazretleri de müceddid olduğunu tasdik etmiş, “Mahmûd sana verilen bize verilmedi, nimetin mübarek olsun” diye emir buyurmuştur. Yine Mahmud Sâminî hazretlerinin vefatına yakın, Ali Sebti hazretleri dünyasını değiştirmiş olmasına rağmen Mahmud Saminî hazretleri ile arası açık olan oğlunu mana âleminde ikaz ederek: “Oğlum, Mahmud’a müceddidlik verildi. Fakat sen hâlâ hatanda ısrar ediyorsun” demesi üzerine, hatasını anlayan kıymetli oğlu Saminî hazretlerini ziyaret ederek özür diler. Saminî hazretleri ise, “Sen benim mürşidimin oğlusun, sana nasıl kırılırım” diyerek bir büyüklük daha gösterir.

Elazığ’ın Palu ilçesine bağlı Hun (Beyhan) köyünde doğdu. Evlad-ı Resûlden olup Seyyiddir (Hz. Hüseyin (r.a) ‘ın soyundan). Hicri 1315 (Miladi, 1898) yılında 85 yaşında Paluda dünyasını değişti. Kabr-i şerifleri Murad Nehri kenarında, torunu Şehid Sadeddin Efendi hazretleri ile beraber aynı türbenin içindedir.

Mahmud Sâminî Hazretlerinin Palu'da Murad Nehri kenarındaki türbesi. Copyright, 2013

Mahmud Sâminî Hazretlerinin Palu’da Murad Nehri kenarındaki türbesi. Copyright, 2013

Büyük dedesi Molla Yusuf (Pirbâb) Hazretleri Bağdattan Mardin ili Derik kazasına oradan da 1700’lü yıllarda Paluya gelir ve ömrünü halkın irşadına harcar. Molla Yusuf hazretlerinin türbesi de hâlen Beyhan köyünde olup ziyaret edilebilmektedir. Saminî hazretlerinin babası Hacı Ahmed Efendi eski Palu diye bilinen yerin Çarşıbaşı mahallesinde şu an harabe şeklinde olan hamamın kuzey tarafında bir ev satın alarak yerleşirler. Ahmet Efendi iki defa evlenmiş olup, Saminî hazretleri ilk hanımındandır. İkinci hanımından Samini hazretlerinin kardeşleri Mustafa ve Yasin efendiler dünyaya gelmişlerdir. Saminî hazretlerinin Fatma Hanım ile olan izdivacından, 3 erkek ve 2 kız evlâdı olmuştur.

Türbesinin içten görünüşü. Soldaki sanduka Mahmud Sâminî Hazretlerine, sağdaki sanduka ise torunu Sadeddin Efendiye aittir. Sadeddin Efendi İmam Efendi Hazretlerinin halifelerinden biri olup 42 yaşında Gülüşkür köprüsü civarında şehit edilmiştir.

Türbesinin içten görünüşü. Soldaki sanduka Mahmud Sâminî Hazretlerine, sağdaki sanduka ise torunu Sadeddin Efendiye aittir. Sadeddin Efendi İmam Efendi Hazretlerinin halifelerinden biri olup 42 yaşında Gülüşkür köprüsü civarında şehit edilmiştir.

Evlâtları; Süleyman Efendi (Elazığlı Lokman efendinin kızı Maide hanım ile evlenmiştir. Çocuğu yoktur), Yusuf Efendi (Çok genç yaşta, bekâr iken damdan düşerek vefat etmiştir), Abdülmecid Efendi (Saminî Hazretlerinin kardeşi Mustafa Efendinin kızı Asiye hanım ile evlenmiş ve Saminî hazretlerinin torunu Şehid Sadeddin (Sadi) Efendi Hazretleri (1883-1925) bu hanımdan dünyaya gelmiştir), Misli Beyaz Hanım ve Emoş Hanımdır. Sâminî hazretlerinin torunu büyük Veli Sadeddin Efendi Hazretleri, Sâminî hazretlerinin büyük halifesi İmam Efendi hazretleri tarafından yetiştirilmiştir. 16 gün seyr-i süluktan sonra icazet almıştır. 27 ihvanıyla beraber şehid edilmiştir. Seyr-i sülukta iken birden İmam Efendi hazretleri hücresinin kapısını açarak içeri girer ve

“Sadi sen ne yaptın! Hadi kendine acımadın yanındakilere de mi acımadın?” der ve üzüntülerini bildirir.

Sadi Efendi:

“Efendi sana malum, ben de Ceddimiz gibi şehid olmak istedim” der.

Meğerse Sadi Efendi hazretleri Seyr-i süluktayken Hz. Hüseyin r.a Efendimizi görür ve Ya Rabbi bende ceddim Hz. Hüseyin gibi şehid olmak istiyorum diye niyaz eder ve duası hemen kabul edilir. 42 yaşında ve aynı zamanda Palu kadısıyken bir iftiraya maruz kalarak ihvanları ile birlikte şehid edilir (Kaddesallahu Sirrahulaziz)

Mahmûd Sâminî hazretleri Ali Sebtî hazretlerinin sohbetlerinde kemâle geldi. İlk zamanlarında, arkadaşları kendisine bir hadis-i şerif kitabı veriyorlar. Kitabı eline alıyor, daha okumadan arkadaşlarına diyor ki; benim bu kitaptan anladığım, insanın Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bulunmuş gibi hareket etmesi lazım. Arkadaşları O’na kızarlar ve derler ki: Mahmut sen dün geldin, bugün başımıza iş çıkarttın, böyle olmaz. İnsan her zaman Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bulunmuş gibi hareket edemez. Bu işi Şeyh Ali Septi Hazretleri’ne kadar intikal ettirirler. Şeyh Ali Septi Hazretleri “Mahmut söz senindir. Huzur daimidir” diye buyururlar (Burada tarif edilen huzur Allah’ı hiç unutmamaktır). Nakşi tarikatının Saminî kolunun en önem verdiği noktalardan birisi de işte bu huzurdur. İnsan devamlı olarak kimin huzurunda olduğunun bilincinde olmalıdır. Bu ise, ancak bu yoldaki bir mürşid-i kâmilin elinde yetişmesi ile olur. Daha sonra kişi istese de Rabbini unutamaz. İşte İmam Efendi hazretlerinin emir buyurduğu gibi “işte vuslat budur”.

Mahmud Samini hazretlerinin sarığı. Üzerindeki işlemeler Halifesi İmam Efendinin oğlu Muhyiddin Efendi tarafından yapılmıştır.

Mahmud Samini hazretlerinin sarığı. Üzerindeki işlemeler Halifesi İmam Efendinin oğlu Muhyiddin Efendi tarafından yapılmıştır (Resimlerin yayın hakkı sitemize aittir. Hiç bir şekilde kitap, dergi gibi ticari maksadlı kullanılamaz)

Sâminî Hazretlerinin torunu İmam Efendi Hazretlerinin Halifesi Sadeddin (Sadi) Efendinin sarığı

Sâminî Hazretlerinin torunu İmam Efendi Hazretlerinin Halifesi Sadeddin (Sadi) Efendinin sarığı

Sadeddin (Sadi) Efendi Hazretlerinin sakal-ı şeriflerini taradıkları ahşaptan yapılma tarak. Yaklaşık 100 yıl geçmesine ve bir kerede yanlışlıkla yıkanmasına rağmen halen daha gül benzeri tarif edemediğimiz bir koku geldiğine bizzat şahid olduk. Kuddise Sirruhu.

Sadeddin (Sadi) Efendi Hazretlerinin sakal-ı şeriflerini taradıkları ahşaptan yapılma tarak. Yaklaşık 100 yıl geçmesine ve bir kerede yanlışlıkla yıkanmasına rağmen halen daha gül benzeri tarif edemediğimiz bir koku geldiğine bizzat şahid olduk. Kuddise Sirruhu.

Saadeddin (Sadi) Efendi Hazretlerinin el dokuması cübbesi. Sadi Efendi son derece uzun boylu ve heybetli bir Zattı.

Saadeddin (Sadi) Efendi Hazretlerinin el dokuması cübbesi. Sadi Efendi son derece uzun boylu ve heybetli bir Zattı.

Sadi Efendinin muhterem eşleri Naciye annemizin çeyizlik bohçasından bir detay. Cübbeyi Şerifin muhafazası için kullanılıyor.

Sadi Efendinin muhterem eşleri Naciye annemizin çeyizlik bohçasından bir detay. Cübbeyi Şerifin muhafazası için kullanılıyor.

Hakiki Mürşid Nasıl Olmalıdır?

Buyurdu ki: Bir şeyhde üç şeye dikkat ediniz.

1- Kendine dünyâlık verildiğinde, hoşuna gider mi?

2- Sünnetlerle amel ediyor mu? Sünnetlere ne derece uyuyor?

3- En çok neyi seviyor. Eğer dünyalıktan hoşlanıyor, sünnete itibar etmiyor, dünyâdan bahsedip, âhiretten ve Allahdan konuşmuyorsa, işinize yaramaz, ondan uzak olunuz.

Server-i Kâinat Efendimizinde manen teşrif ettikleri Sâminî hazretlerinin yaptırdığı camii. Paluda evlerinin yanındadır.

Server-i Kâinat Efendimizinde manen teşrif ettikleri Sâminî hazretlerinin yaptırdığı camii. Paluda evlerinin yanındadır.

 

Resul-u Ekrem (S.A.V.), Hazreti Ebubekir (r.a)

ve Mevlana Halid (k.s.) Hazretlerinin Teşrifleri

 Bir gece Saminî Hazretlerinin Çarşıbaşı mahallesindeki evine âlem-i manada, Resul-u Ekrem (S.A.V.), Hazreti Ebubekir (r.a.) ve Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri manen teşrif ederler. Bir müddet sohbet ettikten sonra Sevgili Peygamberimiz emir buyururlar: “Halid kalk Mahmud’ un işini gör”. Mevlana Halid Hazretleri sohbet ettikleri odadaki bir dolabı açar, dolabın içinde bulunan tacın tozunu sildikten sonra, Saminî Hazretleri’nin başına koyar. Bir müddet daha sohbet ettikten sonra, sebeb-i hayatımız Habibullah efendimiz yine emir buyururlar: “Halid kalk Mahmud’ un işini gör”. Bu defa Mevlana Halid Hazretleri kendi göğsü ile Saminî Hazretleri’nin göğsünü açar, iki göğüs birbirine dayatılır. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin göğsünden çıkan nurlar, Saminî Hazretleri’nin göğsüne akar. Yine bir müddet sohbetten sonra, Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V.) bu sefer de: “Halid kalk Mahmud’ un işini tam gör! Mahmud temiz ve pâk tabiatlıdır. Az şeylerle doymaz”, der. Mevlana Halit Hazretleri iki mektup çıkarıp der ki: “Bu mektupların birisi Allah tarafından ilhâm edilmiş, diğeri de Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) tarafından verilmiştir. Ben bu işe bu iki mektup ile memur olmuştum, ikisini de sana devrettim”, der. Sonra her üçü de kalkıp giderler. Mana aleminde zuhur eden bu hadiseden kıymetli hocası Şeyh Ali Sebtî hazretleri elbette ki haberdardır. Sabahleyin, Saminî Hazretleri’ni çağırtır ve buyurur ki: “Mahmud nimetin mübarek olsun. Sana ihsan olunan bana olunmadı, senin üzerinde benim yapacağım bir iş kalmadı. Gel ki icazetini yazıp vereyim”, diye emir buyururlar.

Resulullah Efendimiz ve Çihar-ı Yar-ı Güzin Efendilerimizin Teşrifleri ve Saminî Hazretlerinin Müceddidliği

Mahmud Saminî hazretleri, icazetnamelerini aldıktan sonraki zaman dilimi içerisinde, şu an Paludaki evinin hemen yanında bulunan, kendi yaptırdığı camide imamlık yapar ve taliplilerini yetiştirmeye devam eder. Kendi camisinin müezzini ise, Saminî hazretleri sevmez ve insanlar ne buluyor bunda diye de kalbinden pek çok su-i zânlar (kötü düşünceler) geçirirlerdi. Saminî hazretleri bu menfii düşüncelerin farkındaydı. Müezzin olan zat bir gece seher vaktinde, caminin kapısını cemaate açmak için camiye doğru yaklaşır. Fakat caminin içerisinden bir ışık huzmesinden çıktığını görür. Caminin şu anda mevcut olan neredeyse kaldırıma bitişik pencerelerinden birinden içeriye baktığında, Saminî hazretlerinin kendisinin daha önce hiç görmediği son derece nurani bir Zatın karşısında edeble diz çöktüğünü ve yine, Saminî hazretlerinin son derece saygı gösterdiği o Zatın arkasında dört kişinin daha yüzleri Saminî hazretlerine dönük oldukları hâlde diz üstü oturduklarını görür. Müezzin, bir ara camiinin içerisinden pencereye aks eden ışıkların çıralardan değil de ortada heybetle oturan o Zatın ve arkasındaki diğer Zatlardan geldiğini fark edince, korkuyla karışık tarif edilemez bir hissiyata kapılır. Gördüğü olağanüstü manzara karşısında, gayri ihtiyari elinde olmadan dizleri üzerine kapaklanır. Bir müddet öylece kaldıktan sonra kendini toparlar ve cesaretini toplayarak caminin içerisine girer. Saminî hazretlerini caminin içerisinde tek başına, minberde murakabe halinde bulur ve hemen ellerine kapanarak kendisinden özürler dilemeye başlar. Sonra,

Saminî hazretlerine “Efendim o kimseler kimdi?” diye sual eder.

Saminî hazretleri: “Ben ölünceye kadar kimseye söylemezsen, o zaman söylerim” diye emir buyurur.

Müezzinden bu konuda söz alan Saminî hazretleri: “O görmüş olduğun Zatlardan benim önünde diz çöktüğüm kişi Server-i Kâinat Sallallahû Aleyhi Vessellem Efendimizdi. Onun arkasındakiler ise Çihar-ı Yar-ı Güzin (dört halife) Efendilerimizdi. Server-i Kâinat efendimiz, Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendideki günlük 5000 olan kelime-i tevhid dersinin 300’e indirildiğini ve bu konuda Allah-u Tealanın ve kendisinin emirlerini buyurmak için teşrif ettiler” der.

İşte bu büyük olay da Saminî hazretlerinin Müceddidliğini (yenileyici) gösteren olaylardan sadece biridir. Yoksa haşa hiçbir veli kendi görüşüne göre mürşidinin verdiği emrin dışına çıkmaz, çıkamaz. Bunlar ve benzeri durumlar pek çok insan içinde imtihan vesilesi olmuş. Bazı kimseler bu büyük insanlara dil uzatma gafletinde bulunmuş ve ebedi felaketlere uğramışlardır. Gönül gözü ile görenler, bu büyük velilerin hâllerinden anlar. Gözleri gören fakat gönül gözleri zifiri karanlıklara bürünmüş bedbahtlar ise, şüphesiz tarif olunmaz pişmanlıklara uğramış ve uğrayacaklardır.

Saminî hazretleri aldığı bu emirleri hemen bağlılarına emrederler. Bundan sonrasını Seyyid Muhammed Mazhar Harputi (Ettasi) hazretleri şöyle anlatıyor: Saminî hazretleri bu emirleri uygularlarken Ali Sebtî hazretlerinin ihvanlarından çok ciddi itirazlar gelir. Kendilerinin alışagelmiş oldukları tarikat içerisindeki usûl ve erkândaki bu denli büyük değişikliğin arkasındaki manevi sırrı anlayamayan bazı ihvanlar bu durumu kabul etmez ve maalesef işi Saminî hazretlerinin canına kastetmeye kadar götürürler. Yine böyle bir günde, Saminî hazretlerine pusu kurarak tüfeklerini doldurup nişan alırlar. Tam ateş edecekken karşıdan gelenin Saminî hazretleri değil de Şeyh Alî Sebtî hazretleri olduğunu görürler ve gözlerine inanamazlar. Nişan almaktan vaz geçtiklerinde tekrar Saminî hazretlerinin geldiğini görürler. Yeniden nişan aldıklarında karşılarında yine Şeyh Alî Sebtî hazretlerini görürler. Bu durum birkaç kere tekrar eder. Bunun kendilerine ilahi bir ikaz olduğu anlayan o kişiler, insafa gelerek tövbe ve istiğfar ederler Saminî hazretlerinin manevi büyüklüğünü kabul ederek bendegânlarından olurlar.

Sâmini Hazretlerinin namaz takkesi. Çok farklı bir kumaşı vardır.

Sâmini Hazretlerinin namaz takkesi. El dokuması çok farklı bir kumaşı vardır.

Halifeleri

İmam Efendi hazretlerinin halifelerinden Tilenzikli Sadettin Efendi k.s. kendi  el yazması eserinde, Saminî hazretlerinin 14 halifesi olduğunu bildirmiştir. Bunlar içerisinde en meşhuru ve Silsile-i Aliyyenin nurlu halkalarını oluşturan kişiler

Osman Bedrûddin Erzurumî (İmam Efendi) ve

Hace Mustafa Naci hazretleridir.

Diğer taraftan Miyadınlı Mehmed Efendide bu halifeler içerisinde öne çıkanlardandır.

Mustafa Naci Hazretlerinin hücresinde kahve pişirdiği yer

Sâmini Hazretlerinin Halifesi Mustafa Naci Hazretlerinin misafirlere yıllarca kahve pişirdiği kendi odasındaki emektar ocak. Bu ocakta Mustafa Naci Hazretleri, Server-i Kâinat Efendimize kahve pişirmişlerdir (Lütfen Bakınız: Resullullah, Hz. Ebubekir ve Hz Aişe annemizin teşrifleri)

Resullullah (S.A.V.), Hz. Ebubekir (r.a) ve

Hz Aişe (r.a) annemizin teşrifleri

Halifesi ve Silsile-i Aliyyenin 35. halkası Hace Mustafa Naci hazretleri anlatıyor. Öğleden sonraydı. Kapı çaldığını duymadım. Ben Sâminî hazretlerinin evinin 2. katındaki hücremde (odası), Sâminî hazretleri de haremindeydi (Sohbetin yapıldığı oda). Birden nasıl geldiklerini görmediğim pek nurlu iki muhterem Zat ve bir hanım, Sâminî hazretlerinin haremi önüne geldiklerinde mürşidim Sâminî hazretleri sanki onları bekliyormuş ve bir yakını gelmiş gibi büyük bir samimiyet ve sevinçle kapıyı açtı ve onları içeri aldı. Ben bu olanları sadece izleyebiliyordum. Birden bana dönerek, “Mustafa bizlere kahve yap” diye emir buyurdu. Kahveyi yaptım, beni haremin kapısında karşıladı ve kahveleri benden alarak tekrar kapıyı kapadı. Bir süre sohbet ettiler. Bayağı bir zaman sonra beni çağırdı, odada tek kendisi vardı.

“Mustafa o gelenler kimdi bilir misin?” dedi.

“Bilemedim kurban” dedim.

“Onlardan tahmin edeceğin kişi Server-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, diğeri Ebûbekir-i Sıddîk (r.a) ve Hz. Aişe (r.a) annemdi” dedi.

Rabbim şefaatleriyle şereflendirsin. Amin.   

Mürşide Teslimiyet Üzerine

Osman Bedrûddin Erzurumî (İmam Efendi) hazretleri gördüğü manevi işaret üzerine memleketinden Paluya gelirler. Saminî hazretleri ile ilk karşılaştıklarında, Saminî hazretlerinin tütün içtiğini ve gözünde çapaklanma görürler. Daha yolun başında olan İmam Efendi hazretleri işin aslına vakıf olmadığı için, Saminî hazretlerine manevi anlamda tam olarak teslim olamaz ve kafasında bazı soru işaretleri taşır. Mürşidine teslim olamayınca da elbette ki manevi terakki (ilerleme) mümkün değildir. Halbukî, Saminî hazretleri gözlerinden rahatsızdır ve elinde olmadan gözlerinde bazen çapaklanma olmaktadır. Diğer taraftan, Saminî hazretlerinin yine tütün içtiği bir sohbet esmasında, Sâminî hazretleri İmam Efendiye dönerek; “Bizim tütün çubuğumuzu düşüneceğine, Allahü teâlâyı düşün ve zikret. O’nu an ve O’ndan başka da bir şey düşünme” der. Başka bir gün, İmam Efendi, Saminî hazretlerinin yanında kaldığı ilk zamanlarında mana âleminde tütünün Cenab-ı Hakka secde etmediğini görür. Ertesi gün, Allah-u Teâlânın izniyle rüyada haberdar olan Saminî hazretleri Hafız! (İmam Efendiye böyle seslenirlerdi) bir ateş getir de şu Allah’ a secde etmeyen otu yakalım”, der. Arkasından, “Hafiz biz bu tütünü şunun için içiyoruz. Buraya tütün içen birçok kişi gelmektedir (Paluda o dönemde tütün içmek sanki ekmek yemek, su içmek gibiydi). Şayet ben tütün içmezsem, bunlar içmek için dışarı çıkarlar ve sohbeti dinlemezler. Bunun keyiflisi değilim niyetimiz budur” der. Bu ve benzer bazı harikuladelikleri gören, İmam Efendi tövbe ederek, kalben büyük bir bağlılıkla hocasına bağlanır.

Sevenleri anlatıyor: Tütün içmesine rağmen, Efendi hazretlerinin ne ağzından ne de üzerinden hiçbir zaman tütün kokusu gelmezdi.

Bu konuda İmam Efendi hazretlerinin halifesi Muhammed Mazhar Harputi Hazretleri de, “Tütün secde etmediği için Cenab-ı Hakk daha dünyada iken yaktırıyor” diye emir buyururlardı. Evliyaullahtan bazı diğer büyük velilerde bu durumu mana aleminde izlemişlerdir. Unutmamalıdır ki !

“İnsan-ı Kâmil iğne deliğinden Hindistan’ı seyreder” Mahmud Sâminî (k.s.)

“İnsan-ı Kâmil baş parmağının tırnağından 18 bin âlemi seyreder” Muhammed Mazhar Ettasi Harputi (k.s.)

diye emir buyururlardı.

Mahmud samini hazretlerinin çubuğu

Ali Sebtî Hazretlerinin Sevgisi

Ali Sebtî Hazretleri, Sâminî hazretlerindeki cevheri bildiği için onu çok sever. Bu durum ise, diğer ihvan arasında ister istemez kıskançlığa sebep olur. Ali Sebtî hazretleri bu durumun elbette ki farkındadır. Sâminî hazretlerini kıskananlardan biri de Melekanlı Abdullah isminde bir mürittir. Bir gün, Ali Sebtî hazretleri, Sâminî hazretlerini yanına çağırarak “Mahmud, yağmur yağacağa benziyor, şu damı çık da biraz loğla” diye emir buyurur (Loğ: eskiden evlerin damındaki toprağı sıkıştırmak için kullanılan araç). Sâminî hazretleri dama çıkar. Bir süre sonra damdan loğ sesi gelmeye başlayınca, Ali Sebtî Hazretleri, Melekanlıya seslenir: “Hele çık bak Sâminî damı loğluyor mu?” Melekanlı bir tavana bakar bir de Ali Sebtî Hazretleri’ne: “Efendi, ses geliyor.” der. Ali Sebtî Hazretleri: “Ben de sesi duyuyorum, sen yine de çık bir bak nasıl loğluyor?” der. Melekanlı dama çıktığı zaman hayrette kalır. Mahmut Samini damın bir ucunda oturmuş, şahadet parmağı ile loğu bir o yana, bir bu yana yönlendirerek damı loğlamaktadır. Loğun kendi başına gidip geldiğini gören Melakanlı gerisin geri Ali Sebtî Hazretleri’nin yanına gelir. Daha ağzını açmadan şeyhi: “Gördün mü Melakanlı?” der. Melekanlı biraz mahcup bir şekilde, “Evet” der. Ali Sebtî Hazretleri devam ederek: “Sen de öyle dam loğlayabilir misin?” Melekanlı: “Loğlayamam Efendi.” der. Ali Sebtî Hazretleri; “Peki, Sâminî’yi niçin sevdiğimi şimdi anladınız mı? Bir daha Sâminî’yi kıskanmayın.” der.

Tasavvuf Üzerine

“Tasavvufda yol bir arı kovanına benzetilmiştir. Arı gibi gâyet muntazam çalışmak ve arı gibi bal yapmak, karıncalar gibi kanâatkâr olmak lâzımdır. Bal yapmak idrâkine eriştiğinde, bu şifâlı baldan müslüman kardeşlerine tattırmak elzemdir. Çalışanlar tadını alır. Çalışmayanları da çalıştırmak rehberin vazîfesidir. Mahlûkâtın yaratılışındaki güzellikte, ilâhî hikmetler var. Bunlar sırlarla doludur. Velîler iğnenin ufacık deliğinden Hindistan’ı seyrederler. Bu hâl ise, âlem-i misâlin altında bir hâldir. Âlem-i misâl bunun üstündedir. Resûl-i ekrem efendimizden nûrlarını alırlar ve ondan sonra vahdet sarayının ezelî ve ebedî varlığında erirler. Benliklerinden sıyrılırlar. Sırr-ı Sübhânda, mazhâr-ı lutfa ererler” (Bkz. İmâm Efendi)

Mütevazılık Timsaliydi

Halifesi İmam Efendi Hazretleri der ki: Biz onsekiz sene yüksek huzûrlarına gittik geldik. Kendine bir büyüklük isnâd ettiklerini kat’iyyen görmedik. Hiç kimseden de işitmedik. Kendini şeyh saymadı. Buna rağmen pek heybetli ve azametli görünürdü. Çok kere buyururdu ki: Dünyânın ne kadar harab olduğunu benden anlayın. Bir zaman Şeyh Ali Efendi (Sebtî hazretleri) gibi bir zât-ı muhterem bu halkı Hakk Teâlâ hazretlerine davet ve irşad buyururlardı. Şimdi ise bu halka söz söylüyoruz. Heyhât!

“Kıyâmet günü peygamberlerin ümmetlerinin çokluğu ile iftihar ettikleri, sevindikleri gibi, biz de ihvânımızın (din kardeşi) çokluğu ile iftihâr ederiz, sakat olsalar, pek işe yaramaz halde bulunsalar bile.”

Alimlere Nasihati

Talebesi Osman Bedreddîn Efendiye buyurdu ki: “Hâfız, ne söylersen kitabdan söyle. Bunda iki fâide vardır:

1) Sen aradan çıkarsın, sana gurur gelmez. Zîrâ söylediğin söz, senin değil, başkasınındır. 2) Birisi itiraz ederse, başkasının sözü olduğu için yine senin nefsin araya girmez. Bu sûrette insana hiddet ve can sıkıntısı da gelmez. Söylediğin söz, doğru ise de, yanlış ise de, kitabın sâhibine âiddir.”

“Yarın cenâb-ı Hak, bizim adamlarımıza azab ederse, biz de üzülürüz. İnşâallah ne onlara azab edilir, ne de biz mahzûn oluruz.” Bu sözünde büyük müjdeler vardır Kaddesallahu Sîrrahûl Aziz.

Sâmini Hazretlerinin İmam Efendi Nezdinde Bütün İnsanlığa Bir Nasihati  

Sâminî hazretlerinin Hâfız Osman Bedreddîn hazretlerine nasîhatlerinden bâzıları:

“Hâfız! Bir çocuk tahsîl çağına geldiği zaman, okuyup yazmaya nasıl harfleri öğrenmekle başlarsa, Hakk’a ermek de tavsiye edeceğim şu hususlara uymakla gerçekleşir:

1) Allahü teâlâyı tanımak,

2) Muhabbetullah (Allahü teâlâya muhabbet),

3) Gönlü toplamak,

4) Teslîmiyet,

5) Nefsin arzularına uymamak,

6) Bu yolda gayret göstermek,

7) Kesrette vahdet. Halk içinde Hakk ile olmak,

8) Çok salevât okumak,

9) Kelime-i tevhîdi çok söylemek,

10) Az yemek,

11) Temiz giyinmek,

12) Halka faydalı olmak,

13) Mütehallik, güzel ahlâk sâhibi olmak,

14) Mürşide, yol göstericiye, hocaya itâat,

15) Arkadaşlarına şefkat, sevgi,

16) Âleme ibret nazarı ile bakmak,

17) Vaktin kıymetini bilmek,

18) Devlete mutlak itâat,

19) Hasedden ârî, uzak olmak,

20) Kimseye buğz ve düşmanlık etmemek,

21) Komşu hakkını ileri tutmak,

22) Sözünün eri olmak,

23) Kendini tanımak,

24) Dünyâdan lüzumlu kadar nasîb almak,

25) Âhireti unutmamak,

26) Doğruluktan ayrılmamak,

27) Haddi aşmamak,

28) Huzûrla sükûn bulmak. Tasavvufun elifbâsı bunlardır. İnsanlar arasında aşk ateşiyle dolaş, fenalıkları yak, iyilikleri besle. İnsanı insana yaklaştır, Hakk’a ulaştır. Aslâ ilmine güvenme, fadlına kanma. Dünyâya aldanma, nefsine uyma, şeytanı at. Aşk ile yan, şevk ile kalk. Peşinden gelenleri ne olursa olsun iyi gözet, sapıkları düzelt. Huzûra dikkat, her sözün hakîkat, görüşlerin mârifet olsun.

Hâfız! Makâm-ı irşâd yâni insanları yetiştirme makamı bir şimşektir. Çaktığı vakit etrâfını aydınlatır ve düştüğü yeri de yakar. Mârifet; o aydınlığı insanların kararan kalbine nüfûz ettirmek (sokmak) ve kalbleri aydınlatmaktır.

1) Sâminî hazretlerinin torunu Sadeddin Bey yazılı ve sözlü bilgi,

2) El yazması eserler,

3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1107

4) Osman Bedreddîn Efendi, Hayâtı ve Hocaları (Ahmed Yazıcı, Türkiye Gazetesi Kütüphânesi)

5) Harput Yollarında (İshak Sungur)

6) OsmanlıTârihi Ansiklopedisi; c.4, s.217

Sayfanın ilk aktif olduğu zaman: 27 Ramazan 1434 (Kadir Gecesi), 3 Ağustos 2013

Sitedeki Resimlerin Hiç biri Ticari Maksatlı (Kitap, Dergi, İnternet Sitesi vb.) Kullanılamaz.

2013©Her Hakkı Saklıdır.