Seyyid Ali Sebtî (k.s.) hazretleri, Mevlâna Halid-i Bağdadi hazretlerinin icazet (diploma) verdiği 3. halifesidir. Mevlâna Halid efendimizin ilk halifesi muhterem öz kardeşleri Mevlâna Mahmud Sahib (k.s.) tir. Efendimiz, sebeb-i hayatımız Muhammed Mustafa S.A.V. den gelen ve kıyamete kadar gelecek nurları, gizli ilimleri taşımakla görevli Mevlâna Mahmud Sahib (k.s.) hazretlerinden sonra, bu gönülden gönüle akan pınarları mübarek sadr-ı hümayunlarında muhafaza etme şerefine nail olmuş, çok büyük bir velidir. Silsile-i Aliyyenin Anadoluya geçişinde Rabbimizin bizlere büyük nimeti ve lütfu. Yüce cedleri Diyarbekir’in fethi için gelen sahabelerdendir ve oraya yerleşmişlerdir. Evlad-ı Resuldendirler. Hicri 1202 (Miladi 1785) Diyarbekir doğumludur. Miladi 1870 (Hicri 1287) 85 yaşında Paluda vefat etmiştir. Halifelerinden Seyyid Ahmed Çapakçuri Hazretleri anlatıyor: Ali Sebti Hazretleri; uzunca boylu, kara kaşlı, büyük ve kara gözlü, buğday renkli, gür ve güzel sakallı olup sakalının beyazı siyahından fazla idi.
Başlarına kırmızı bir taç giyerler ve büyük bir sarık sararlardı. Çok etkileyici ve saygı uyandırıcı bir görünüşleri var idi. Herkes kendilerinden son derecede çekinirdi.
Bazı kaynaklarda 96 yaşında vefat ettiğine dair rivayetler varsa da kıymetli halifeleri Tarikat-ı Aliyye-yi Nakşibendinin sekizinci müceddid-i Mahmud Samini hazretlerinin torunu büyük veli Sadi (Saadeddin) Efendi’nin (k.s.) torunu Saadeddin Bey, hem Ali Sebtî hazretlerinin hem de büyük dedesi Mahmud Samini hazretlerinin 85 yaşında vefat ettiğini kesin bir şekilde tesbit etmiştir. Bu konuda kıymetli babalarının “Ali Sebti hazretleri 85 yaşında vefat etti, dedem Mahmud Samini (k.s.) da ona uydu 85 yaşında vefat etti. Babam dahi 85 yaşında vefat etti. İnşAllah bizde onlara uyar 85 yaşında vefat ederiz” dedikten sonra gerçekten de kendisininde 85 yaşında vefat ettiğine oğulları Saadeddin Bey şahid olurlar.
Seyyid Ali Sebtî hazretleri, küçük yaşlarda, kendisinde meydana gelen ilim öğrenme aşkının sonucu olarak, zamanının zahiri ilimlerinde mütehassıs oldu. Diyarbekir Ulu Camiinde girişteki ilk odada talebelerine ders vermekle meşgulken, Cenab-ı Hakkın lütfu keremi ile, Hindistan’ın Dehli şehrinden dönen ve mürşidi Şah-ı Abdullah Dehleviden (k.s.) henüz irşad ve mutlak icazet ile görevlendirilmiş Mevlâna Halid-i Bağdadi (k.s.), emr-i ilahi ile Seyyid Ali Sebti (k.s.) hazretlerini bulur ve ona misafir olur. Seyyid Ali Sebti hazretleri, daha hocası Mevlâna Halid efendimiz ile tanışmadan önce manen Şah-ı Abdullah Dehlevi hazretlerinin terbiyesine üveysilik yoluyla girmiş, kendisine ileride tevdi edilecek büyük görev için hazırlanmıştır (Üveysilik: Üveysi Karani (Veysel Karani) hazretlerinin Resullullah efendimizi görmeden sevmesi ve kemalâta kavuşmasına binaen verilen bir isimdir. Tarihte pek çok büyük zât, ya hayatta olmayan, ya da hayatta ama hiç karşılıklı sohbet etmemiş büyük velilerin manen terbiyesine girmiş, hatta mutlak icazetle irşad görevi verilmiştir. Meselâ, Şah-ı Nakşibend efendimiz kendi mürşidi dışında, kendisinden yüzyıl önce yaşamış Abdülhalık-i Goncdüvani hazretlerinin de manen terbiyesi ile yetişmiştir).
Resim 1. Seyyid Ali Sebti Hazretlerinin türbesinin dıştan görünüşü.
Resim 2. Seyyid Ali Sebti Hazretlerinin türbesinin iç kısmı
Ali Sebti Hazretleri, misafir ettiği zatın manevi anlamda çok büyük bir şahsiyet olduğunu, özünde bulunan yüksek anlayış ve ferasetle hemen kavradı. Misafirinin bazı olağanüstü hâllerine de şahit olan Ali Sebti hazretleri misafirine kim olduğunu sordu. Mevlâna Halid efendimiz kendisinin kim olduğunu söyledikten sonra, buraya hocası Şah Abdullah Dehlevi (k.s.) hazretlerinin emri ile geldiğini ve kendisini Şam’a götürmeye geldiğini söyledi. Ali Sebti hazretleri müthiş bir teslimiyet örneği göstererek, hiç itiraz etmeden, zahiri ilimlerde tam yetişmişken batını ilimlerdeki susuzluğunu giderecek olan bu büyük zatın hemen eteklerine yapıştı ve bütün servetini akrabalarına bırakarak Mevlâna Halid efendimiz ile Diyarbekir den ayrıldılar.
Seyyid Ali Sebtî hazretlerin kabr-i şeriflerinin taşı Resim 3 de gösterilmiştir.
Resim 3. Seyyid Ali Sebtî hazretlerinin mübarek kabir taşları. Üzerinde yazan yazı: Haza mergadu camii-l kemalâti-l milliyeti-l mürşidi-l ettarikati-nakşibendiyye-yi eş-şeyhi Aliyyi-Sebtî-l Halidiyyel Paluvî…El-Fatiha 1202-1287…
Manevi olarak terakki (yükselme) etmede en büyük adımlardan biri de, müridin mürşidine itiraz etmemesidir. Mahmud Samini Hazretlerinin, Hace Mustafa Naci hazretlerine tasdik ettirdiği gibi talebe hocasına “Ölü yıkayıcısı elinde ölü nasılsa, aynen öyle teslim olmalıdır”. Ayrıca bu konuda Nakşibendi tarikatının dokuzuncu müceddid-i Seyyid Muhammed Mazhar Harputî (k.s.) hazretleri bu konuda “Bu iş iki şeyle görülür: Birincisi mürşîde ziyade şiddet-i muhabbet. Diğeri ise, sohbeti fevt etmemektir (mürşidin sohbetini bırakmamaktır). Yoksa ve illâ felâ (başka yol yoktur)” diye emir buyurmuşlardır. Sohbet müekked sünnettir. Sahabe-i güzin efendilerimizin hepsi, sadece bir defa efendimizin nazarlarına ulaşanlar bile, kendilerinin mübarek sohbetleri ile bütün kemalâta kavuşmuşlar ve kendilerinden başka kimsenin ulaşamayacağı nimetlere mazhar olmuşlardır. Bu nedenle, peygamber varisi olan ve Hazret-i Allah c.c. nun yeryüzündeki halifesi olan bu büyük velilerin nazarı, himmeti ab-ı hayât suyu gibidir. Kararmış gönülleri yıkar ve insanın kalbindeki zulmetleri giderir.
Ali Sebti Hazretleri, Mevlâna Halid-i Bağdad-i Hazretlerine yıllarca hizmet etmiştir. Mevlâna Halid efendimiz özellikle kendisine hususî görevler verirdi. Ümmeti Muhammed’in irşâd olması için yazdıkları meşhur mektuplarını, özellikle Ali Sebtî hazretlerinin vasıtasıyla ulaştırırlardı. Ali Sebti hazretleri hocasının verdiği emirleri harfiyen yerine getirmiş; senede bir defa da, Bağdat’a gelirken Mevlâna Halid efendimize bir çift yemeni (bir çeşit, zamanının ayakkabısı) getirmeyi kendisine adet edinmiştir. Yine böyle bir seferleri sırasında, Bağdat’a giderken, bir arslan yolunu keser. Arslanın yolu kesmesine önem vermeyerek arslana karşı yollarına devam ederler. Sonra kendilerinden gayet emin bir şekilde arslana yaklaştıklarında, “Meded ya Hazret!” diye Mevlana Halid Efendimizin himmetlerini isterler. Allah-u Tealanın izni ile, derhal bir el görünerek arslanın ağzına çarpar ve bunun üzerine arslan yoldan kalkarak çöle doğru hızla uzaklaşır. Ali Sebtî hazretleri de yollarına devam ederler (Peygamberlere nasıl ki Yüce Yaradan tarafından mucizeler verilmiş ise, Allah’ın veli kullarına da kerametler verilmiştir. Kerametler, genellikle bu büyük zatların elinde olmadan zuhur eder. Yoksa, Osman Bedrüddin Erzurumi hazretlerinin buyurdukları gibi, “Allah’ın veli kulları büyüklüklerinden dolayı, keramet göstermekten son derece hâyâ ederler”. Rahman ve Rahim olan Yüce Rabbimiz, bu olağanüstü hâlleri yaratır ve bu büyük zatlar vasıtasıyla kullarını kendisine döndürür veya onların manevi terakkilerini sağlar).
Mevlana Halid Hazretleri, Ali Sebtî hazretlerine Şam’a gitmelerinden beş sene sonra irşad görevi için mutlak hilafet vermek isterler. Ali Sebtî Hazretleri: “Efendim ben size hilafet almak için hizmet etmiyorum” derler. Bunun üzerine Mevlâna Halid efendimiz: “Benden sonra bir Halid daha bulamazsın ki, sana hilafet vere. Sen hilâfetini al” diye emir buyururlar ve hilafetini verirler.
Mevlana Halid Hazretleri, Ali Sebtî hazretlerine insanları irşad etmesi için şimdiki Elazığ’ın Palu ilçesine gitmelerini emir buyurmuştur. Paluda, insanların manevi olgunluğa ulaşmaları için pek çok hizmetler yapmış binlerce talebe yetiştirmiş ve kendisinden sonra bu vazifenin devam edebilmesi için Allah-u Teâlanında emriyle halifelik verdiği pek çok büyük veli zât yetiştirmiştir. Bazı kaynaklarda kendisinin halifelerinin sayısının 40’a kadar yazıldığını görüyoruz. Ancak, bu kaynakların içerisinde bazı yanlış bilgiler olduğu için, bunların güvenilir olmadığı kanaatine sahip olduk ve Allah indinde mes’ul olmamak için biz burada sadece kesin olarak bildiklerimizi aşağıya yazdık.
Halifeleri
1- Seyyid Mahmud Samini Hazretleri (Maneviyatta en yüksek halifesidir. Bu nedenle, Silsile-i Aliyye’nin mübarek zinciri kendisi ile devam etmiştir. Kabri Palu, Murat Nehri kenarındadır),
2- Seyyid Ahmed Çapakçuri Hazretleri (Kabri, Harput Ulucamii bahçesindedir),
3- Ali Sebti Hazretleri’nin oğulları Mehmed Efendi,
4- Ali Sebti Hazretleri’nin oğulları Mahmud Efendi,
5- Şeyh Abdullah Efendi,
6- Kür köyünden Şeyh Süleyman Efendi,
7- Çan köyünden Şeyh Ahmed Efendi.
Bazı Kerametleri
Aslında, Allah’ın veli kulları keramet göstermekten sakınır ve Cenab-ı Hakk’tan son derece hâyâ ederler. Kerameti yine Allah-u Tealanın emr ile, müminlerin ebedi saadeti için gösterirler. Allah-u Tealanın bazı velilerinden ise, keramet çok az zuhura gelmiştir. Yanlış bir inanış olarak, halk arasında kerameti çok görülen velinin üstün olduğu düşünülür. Halbuki bu çok yanlıştır. Bu konu ile ilgili açıklamalara muteber kitaplar vasıtasıyla kolayca ulaşılabilinir. Bu nedenle insan, özellikle Allah dostları hakkında su-i zan (kötü düşünce) etmemeli, onların bazı hâllerini anlayamıyorsak bu konuda kalben hemen itiraz etmemelidir. Bu durum insanı yolda bırakır. Ehli tarikatın ise, terakkisine en büyük engeldir. Çünkü, bu büyük zatlar “emir” olmadan hiç bir iş yapmazlar ve ne konuşurlarsa Cenab-ı Hakktan aldıkları “ilham” ile konuşurlar. Yoksa, bu büyükler hakkında böylesi menfi düşüncelerin Allah indinde, bizim zararımıza olacağı şüphe götürmez bir gerçektir.
Şimdi, burada bu yüce velinin ulaşabildiğimiz bazı kerametleri ile ilgili bilgileri aktaralım:
Ali Septi Hazretlerinin İlmi Büyüklüğü Üzerine
Harputlu meşhûr âlim Hacı Tevfik Efendi’den (bu zat pek çok veli zat ile sohbet etme bahtiyarlığına kavuşmuş bir Allah dostudur) nakledilmiştir:
Beldemiz alimlerinden olan eski müftü merhum Hacı Mehmed Efendi, bana şöyle nakletti: Hocamız Dağıstanlı Hacı Mehmed Efendi bir gün bana: “Şeyh Ali Sebtî Hazretleri’ni da’vet ettim. Yarın gelecektir. Karşılamak üzere, dört saatlik uzaklıktaki Habus köyüne kadar gidip kendilerini doğruca evimize getiriniz” diye emir buyurdu. Fakat; hocamın bu emir ve teklifi bana çok ağır geldi. Çünkü; şeyhleri genellikle cahil zannederdim. KaIbimden Hoca’ya karşı, “Bu kadar ilim ve faziletim olduğu halde, şüphesiz beni bir cahil şeyh in karşısına gönderiyor” diyordum. Emrine uymaktan başka da çare yoktu. Sonunda yola çıkarak adı geçen köye vardım. Şeyh henüz gelmemişti. Bir saat daha ileri gittiğimde, Şeyh’in yol kenarına kurulan çadırlarda yanındakilerle birlikte dinlenmekte olduğunu gördüm. Huzuruna varmadan önce düşünüyordum ki, beni her halde büyük bir alim bilecek, ayağa kalkacak, yanına alacak, her bakımdan özel bir hürmet gösterecektir. Bu düşünce ile huzuruna girip selam verdim. Yalnız “Aleykümüsselam” dedi. Bana hiç hürmette bulunmadığı gibi, “Oraya otur” diye bir de yer göstererek emredince, artık Hoca’ya kızgınlığım iyice arttı. Oturduktan sonra: “Molla; nereden geliyor, nereye gidiyorsun?” dedi. Ben de: “Hocam Mehmed Efendi sizi karşılamaya gönderdi” diye cevap verdim. “Pekalâ” dedi. Sonra: “Okuyor musun?” diye sordu. “Evet, okuyoruz” dedim. “Ne okuyorsunuz?” deyince, gururlu bir şekilde: “Celal, Kadı Mir okuyoruz” dedim. “Şu konuyu nasıl anladınız?” diye sordu. O konuyu güzelce anlattım. Hiç kabuI etmedi. Büyük bir dikkatle tekrar bir daha anlattım. “Asla yanına varamamışsınız” dedi. Konunun başka yönlerini de dile getirerek daha iyi anlattım ve “Hocamız da böyle anlatmıştır” dedim.
Şeyh, tam bir heybetle: “Hoca da anlamamış, sen de anlamamışsın” deyince, bende büyük bir korku meydana geldi. Dilim durdu, titremeye başladım. Bir şey daha sorarsa ne söyleyeyim diye korku içinde iken o konuyu kendisi anlatmaya başladı ve öyle derinliğine anlattı ki, hayrette kaldım. Şeyh Hazretlerin den bunları duyunca, o konunun hikmet ve inceliklerini kesinlikle hiç birimizin anlayamamış olduğu ortaya çıktı. Bununla birlikte, önceki düşüncemden ve Şeyh’in ilim ve fazileti yanında kendi ilim ve anlayışımın hiçe inmesinden dolayı çok utanç duydum. Bu sırada Şeyh Hazretleri: “Hocam; filan ve filan gibi alimlerin zamanında İmam-ı Rabbani gibi şeyh varmış. Ve filan alimlerin devrinde Muhyiddin-i Arabi gibi şeyh gelmiş. Sizin gibi alimlerin bulunduğu çağda da benim gibi şeyh çoktur” diyerek bu kadar büyük bir ilmi olmasına rağmen kendisini gayet küçük görerek, ikinci bir büyüklük göstermiştir. Bu söz üzerine Şeyh’in celal ve heybeti beni kapladı. O zaman anladım ki, bu zat hem şeriat, hem maneviyat ilimlerinde kemal sahibidir. Düştüğüm hatadan dolayı Cenab-ı Hakk’a istiğfar ettim ve Şeyh Hazretlerin den bağışlanmamı diledim …
Hızır Aleyhisselam
Yine Hacı Tevfik Efendi nakleder: Ordu Meclisi imamı Mustafa Efendi’den şöyle işiittim: İki arkadaş Şeyh Ali Sebti Hazretleri’ni görmek için konaklarına gidip misafir olduk. İltifat gösterip bizi kabûl buyurdular. Döneceğimiz gün sabah kahvaltısından sonra Şeyh Hazretleri bize bir tabak içinde bir miktar baklava verdiler ve “Bu emaneti, ilk rastladığınız kimseye veriniz” diye tembih ettiler. Devlethânelerinden (evleri) ayrıldıktan sonra, ilk olarak köprü başında asık suratlı, çirkin görünüşlü, sakalı bıyığı birbirine karışmış, kirli elbiseli bir kişiye rastladık. Bu kişiyi bu halde görünce, arkadaşıma:
“Yazıktır, bu canım baklavayı bu adama vermeyelim” deyip geçtik. Fakat; o kişi geri dönerek: “Yahu! Hazret’in buyurduğu kimse benim. Bizim lokmayı nereye götürüyorsunuz?” deyince, büyük bir şaşkınlık içinde emaneti kendisine teslim ettik. Geçti gitti. Daha sonra anladık ki, o zat Hızır Aleyhisselam imiş.
Gayri müslimlerin müslüman oluşları
Yine Hacı Tevfik Efendi nakleder:
Ali Sebti Hazretleri Erzurum’un ilçelerine giderken, Çapakçur’a bağlı “Fahran Köyü” denilen ermeni köyünde bir gece kalmışlar. 80-90 hanelik bütün köy halkı, o gece gördükleri pek büyük hâller üzerine sabahleyin Şeyh Hazretleri’nin huzurlarına gelip erkek kadın, çoluk-çocuk hep birlikte müslüman olmuşlardır. Ali Sebti Hazretleri de, köyün kiliselerini camiye çevirip rahiplerini kendilerine imam yapmışlar; gerekli dini bilgileri öğretmek için mensuplarının ileri gelenlerinden birini de onlara öğretmen ta’yin ederek bu köyü Allah’a ortak koşma ve inançsızlık kirinden temizlemişlerdir. İslam dininden kana kana feyz alan bu köy halkı, bir süre sonra ne kadar mezarları varsa hepsini yıkıp yok ederek imanlarının kuvvetini göstermiş ve kanıtlamışlardır.
Bu nakilden sonra, Hacı Tevfik Efendi diyor ki: 1295 (1878) tarihinde, duacınız o köye uğramıştım. Bütün köy halkının inanç ve amellerini pek mükemmel ve kuvvetli gördüm.
Kurt İsmail Paşa
Yine Hacı Tevfik Efendi nakleder: Meşhur Kurt İsmail Paşa, askerle birlikte Palu’nun bir tarafına gelerek çadır kurmuş. Ali Sebti Hazretleri’ni çadırına da’vet etmiş. Şeyh Hazretleri da’veti kabul ederek, Seyyid Ahmed Çapakçuri Efendimiz ile birlikte çadıra gitmişler. Kendilerine ayrılan yere oturduklarında, Kurt Paşa yalvarır bir halde yanlarına gelerek ellerini öpmeye uzanınca, Şeyh Hazretleri Paşa’yı şiddetle reddederek huzurlarından çıkarmışlar. Palu’nun ileri gelenlerinin şefaatleri üzerine tekrar huzurlarına kabul ettiklerinde mübarek ellerini öpmeye müsaade buyurmuşlardır. Paşa çok öfkeli ve şiddetli bir kimse iken, sabaha kadar çadırları etrafında severek hizmet etmiş ve sabahleyin alçakgönüllülükle huzurlarına girip ellerini öptükden sonra kendilerine bağlanmak isteğini bildirmiştir. Şeyh Hazretleri kendisini kabul edince: “Seni Diyarbakır’a Vali ta’yin ettim” buyurmuşlar ve gerçekten kısa bir süre sonra Diyarbakır Valiliğine atanmışlardır.
Hüdaverdi
Vanlı Hacı Ahmed Efendi’nin güvenilir bir naklidir: Ali Sebti Hazretleri’nin Palu’da fakir bir ermeni komşusu varmış. Bu komşu, Hazret-i Şeyh’in bolluk içinde yaşamasına ve her gün pek çok misafirleri gelip gitmesine ve görünürde bir ticaretle meşgul olmamasına bakarak, gizli bir ticaret yaptığı düşüncesine kapılmış. Bundan dolayı Şeyh Hazretleri’nin durumunu merak edip araştırmaya başlamış. Sonunda, Hazret-i Şeyh’in geceleri geç vakit, kendi evinin pencere ve kapısı önündeki beraber kullandıkları bahçe yolundan geçerek bir yere gitmekte olduğunu fark etmiş. Ertesi gece Ali Sebti Hazretleri yine aynı yerden geçince, nereye gitmekte olduklarını anlamak için arkalarından izlemeye başlamış. Şeyh Hazretleri kasaba dışına çıkarak bir ormana girmişler ve orada bir yere oturmuşlar. Komşusu da kendilerine yakın bir yerde gizlenerek, acaba ne yapacak diye gözünü ve bütün dikkatini Şeyh Hazretleri’ne çevirmiş. Bir süre sonra Hazret-i Şeyh’in başının üzerinden, biri yeşil diğeri beyaz renkte iki nur çıktığını ve büyük bir sütun halinde göğe yükselerek bütün yeri ve göğü aydınlattığını görünce, içine düştüğü dehşetin etkisiyle aklı başından gitmiş ve olduğu yere düşüp bayılmış. Ali Sebti Hazretleri dönerken, baygın hâlde olan komşusunun yanına varmışlar ve kendine getirmişler. Aklı başına gelen bu komşusu, hemen Şeyh Hazretleri’nin ayaklarına kapanarak islam dinini telkin etmeleri ricasında bulunmuş. Şeyh Hazretleri, şimdiye kadar gavurluktan ne zarar gördüğünü ve niçin müslüman olmak istediğini sormuşlar. Ermeni: “Aman Efendim! Maksadım sizsiniz. Müslümanlık, Hıristiyanlık da’vam yoktur. Merhametinize sığınırım; kabuI buyurunuz” deyince, islam dinini telkin ettikden ve Hakk’a yönelten nazarlarıyla nazar eyledikten sonra kendisine “Hüdaverdi” adını koymuşlar ve eline de on kuruş vererek onunla ticaret yapmasını emir buyurmuşlar. Cenab-ı Hak, pek kısa zamanda Hüdaverdi’ye o paradan geniş rızık ve ticaret ihsan buyurmuş; çok zengin olmuş. Aynı zamanda, Şeyh Hazretleri’nin himmetleri ve inayet nazarlarıyla Allah dostlarının bazı yüksek hâl ve makamlarını da müşahede etmiş. Bunun hâlinde ve geçiminde büyük değişmeler gören diğer gayri müslim vatandaşlar, kendisine ne olduğunu ve bu büyük serveti nasıl elde ettiğini anlamak için zorlamaya başlamışlar. Sonunda, eğer söylemezse öldüreceklerini bildirmişler. Hüdaverdi, Şeyh Hazretlerinin vefatından sonra gerçeği söylemek zorunda kalınca, onlara karşı: “Zamanın Ali Sebti’sini bulur ve Hüdaverdi inancında olursanız, sizler de madden ve manen zenginlik ve mutluluğa kavuşursunuz” cevabını vermiş. Bu zata “Allah Verdi” ve “Abdullah” da derlermiş. Kendisine halifelik verildiği de söylenir.
2013©Her Hakkı Saklıdır.
(Son Güncelleme: 14/07/2013)