Hadîs-i Şerif’de vârid olmuştur ki: “Zahiren ve bâtınen (emr-i bilma’ruf ve nehy-i ani’l-münker) edenler Allah’ın, Rasûlullah’ın ve Kitâbullah’ın halifesidir.” Diğer bir hadiste de: “Benim hulefâm, benim şerîat’im ve sünnetim üzerinedir.” diye buyrulmuştur. “Ya Rasülâllah, senin halîfelerin kimlerdir?” süâline de: “Benim halîfelerim mahlûk-u İlahiyyeyi dâ’vet ederek, benim sünnetlerimi ihyâ ettirmeye sebep olanlardır.”
Fakat kişi evvelemirde kendi nefsinde (Emr-i bil mâ’ruf ve nehy-i ani’l-münker) etmeli, (Emr-i dâ’vet) ve (İhyâ-yı sünnet) cihetini iptidâ kendisinde tatbik ile, her veçhile İsr-i Peygamberîye tâbî ve râgıb olmalı ve ondan sonra da muzhir olmalıdır.
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de Nisâ suresi 43. ayette buyuruyor ki: “(Ey iman edenler) Siz sarhoş iken namaza yaklaşmayın.” Halbuki sarhoşluk mütenevvî’dir(çeşit çeşittir). Sarhoş diye ne yaptığını bilmeyene ve fayda ve zararını fârik olmayana derler değil mi? Mü’min de kendisi için nef-i etemm ve ekmel olan: Rızâ, kurbet ve vuslat tarîkini ihtiyâr etmezse hevâ ve hevesiyle ömr-ü azizini zâyî’ ederse işte asıl bu âdem hakîki sarhoş değil midir? Hadîs-i Şerif’de: “Namaz Rab ile kul arasında bir kavuşmadır. Namaz ümmetimin mi’râcıdır” buyrulmuştur. Hakikat bu iken namazda gönlü Rabbisinden gayri herşeyle dopdolu olan, kimin huzurunda bulunduğunu bilip idrak edemeyen sarhoş değil de nedir? Böyle bir namazla namazın esrar ve hakikatine ittılâ husûlü mümkün müdür? Bi’set-i enbiyâ’dan, irşad-ı evliyâ’dan hisseyâb olamayanlar âlim de olsalar yine câhildirler. Bir hadîs-i şerîf’de: “Kim Allah için olursa, Allah ona ve başkalarına kâfidir.” (Keşfü’l-Hafâ, c.2, s.372) buyrulmuştur. Namazda olsun veya namazın haricinde olsun bir kimse, (Allah ile, Allah için) olmazsa acabâ Cenâb-ı Hak o kul için olur mu? Heyhat ki olmaz. Azizim bu sarhoşlukla bizim yolun da sonu çıkmaz…
Seyyid Osman Bedrûddin Erzurumî (İmam Efendi) k.s
(Gülzâr-ı Sâminî Sohbetler, Üçüncü defter, Sayfa 382)